Bu sorunun cevabını vermeye çalışmadan önce adım adım konuyu anlamaya çalışalım. İlk önce bankalar için mevduatın vadesinin neden önem arz ettiğini değerlendirelim ve mevduatın vade dağılımına bakalım. Sonra mevduatın vadesinin azalıp azalmadığını kontrol edelim. Başlıktan da anlaşılacağı üzere mevduatın vadesinin azaldığını görelim. Sonra da bu duruma hangi faktörlerin neden olduğunu değerlendirmeye çalışalım.
Bankalar mevduat toplar, kredi verir. Ancak mevduatın vadesi kısa, kredilerin uzundur. Buna vade uyumsuzluğu denir. Yani kullandırılan kredilerden yıllar itibariyle sabit bir oranda faiz geliri elde edilir. Diğer taraftan mevduatın faizi daha sık güncellenir. Örneğin bankalar %35 faiz ile kullandırdığı bir krediden iki yıl boyunca bu orandan faiz geliri elde ederken, %28 ile topladığı mevduatın vadesi 30 gündür. Bu açıdan bakıldığında, faiz oranlarındaki yükseliş bankaların aleyhlerine, düşüş de lehlerinedir. Buna faiz oranı riski adı verilir.
Aşağıda yer alan grafikte BDDK’nın veri seti kullanılarak hazırlanan mevduatın vade dağılımı yer almaktadır. Bankalarda kırık vade ile vadeli mevduat hesabı açılabilse de, BDDK mevduatı; vadesiz, 1 aya kadar, 1-3 ay, 3-6 ay, 6-12 ay ve 1 yıl üzeri olarak sınıflandırmaktadır. Buna göre bankalardaki mevduatın %54’ü 1-3 ay vadeli, %22’si vadesiz, %12’si 1 aya kadar, %5’i 1 yıl üzeri, %4’ü 3-6 ay ve %3’ü de 6-12 ay vadeye sahiptir.
Resmi daha net görebilmemiz için 3 aya kadar olan mevduatı kısa, 3 ay üzeri mevduatı uzun olarak sınıflandıralım. Bu durumda karşımıza aşağıda yer alan grafik çıkacaktır. Buna göre mevduatın %88’si kısa, %12’si de uzun vadelidir. Yine mevduatın yaklaşık 1,88 trilyon TL’sinin kısa, 253 milyar TL’sinin uzun vadeli olduğu belirtilebilir.
Aşağıda yer alan grafikte de yıllar itibariyle kısa vadeli mevduatın toplam mevduat içindeki oranı yer almaktadır. Grafikte kısa vadeli mevduatın oranının yükselen bir trende sahip olduğu görülmektedir. Bu grafik üzerinde vergi oranı değişikliklerin yapıldığı dönemleri incelemek gerekmektedir. 2013’ten önce tüm vadeler için vadeli mevduat %15 stopaja tabi idi. 2 Ocak 2013 ile birlikte stopaj, 6 aya kadar vade için %15, 1 yıla kadar %12 ve 1 yıldan uzun vadeler için %10 olarak belirlendi. (Döviz tevdiat hesaplarında da benzer bir düzenleme yapılmıştı. Stopaj oranları sırasıyla %18, 15 ve %13 olarak belirlendi). Böylece uzun vadeli ve TL mevduat teşvik edilmiş oldu. Bu teşvik kısmen sonuç getirdi. Bu uygulama öncesi %87 olan kısa vadeli mevduatın toplam mevduat içindeki oranı %83’e kadar geriledi. Ancak bu azalış sürmediği gibi korunamadı da ve oran tekrardan eski seviyelere hatta daha yükseklere ulaştı.
Benzer bir uygulama 31.08.2018 itibariyle 3 ay için devreye kondu. Buna göre TL mevduatın stopajı 6 aya kadar %5, 1 yıla kadar %3 ve 1 yıl üzeri %0 olarak belirlendi. (Döviz tevdiat hesapları için sırasıyla %20, %16 ve %13). Böylece yatırımcılar tekrardan hem uzun vadeli mevduata hem de TL hesaplara yönlendirilmiş oldu. Ancak buna rağmen Eylül 2018 itibariyle bu oran, bırakın düşmeyi artış gösterdi. Kısa vadeli mevduatın toplam mevduat içindeki oranı %87’den, %88’e çıktı. Sonraki iki ayda durum değişir mi bekleyip göreceğiz.
Peki, neden mevduatın vadesi kısalıyor? Vergi teşviklerine rağmen insanlar neden kısa vadeyi, uzun vadeye tercih ediyorlar? Döviz tevdiat hesaplarının oranı bu uygulamalar rağmen neden artıyor? ( Mevduat ) Tasarruf sahiplerinin geleceği muhtemelen daha belirsiz gördüğü akla gelebilir. Ancak bu soruların cevabını son yıllarda uygulanan ekonomi politikasına bakarak cevap vermek gerekir. Son iki yıl, ekonomik aktivitedeki yavaşlamayı hızlandırmak için genişlemeci maliye politikası ve yeterince sıkı olmayan bir para politikası uygulandı. ( Merkez Bankası Sıkı Para Politikası Uyguluyor mu? ) Böylece %7 gibi Türkiye’nin potansiyelinin üzerinde büyüme oranları da yakalandı, işsizlik oranı bir miktar geriledi. Ancak 2018 son çeyrek itibariyle çok düşük bir büyüme hatta negatif bir oran, yani küçülme görebiliriz. Bu durum 2019 ilk çeyrekte de devam edeceğe benziyor. Yani bu politikalar ile yakalanan büyümeyi sürdüremediğimiz gibi yüksek enflasyon oranıyla da baş başa kaldık. Bu süreçte enflasyonun her yüksek gelişinde, genelde en kötü görüldü şeklinde yorumlar yapıldı ya da yapılmaya çalışıldı ancak enflasyon da en kötü bir türlü geride kalmadı. Bu durum tasarruflarını vadeli mevduatta değerlendiren mudilere negatif reel getiri olarak geri döndü. Yani tasarruf sahiplerinin satın alma gücü çoğunlukla azaldı. ( Türkiye'de Faiz, Enflasyon ve Reel Faiz Oranları )
Hal böyle olunca tasarruf sahipleri enflasyonun daha da yüksek bir değere çıkıp çıkmayacağını görmek isteyip, tasarruflarını daha kısa vadeli değerlendirmek istemiş olabilir. Enflasyonu kalıcı bir şekilde düşürmeden sürdürülebilir bir büyüme yakalayamayacağımızı görmemiz gerekir. Ancak toplum genelinin bu durum hakkında bilinçli ve hazır olması gerekir. Korkarım ki bu bilinç düzeyine ulaşmadan enflasyon sorunu kalıcı olarak çözülemeyecektir. Bunun için basit bir karşılaştırma yapılabilir. Enflasyon oranı %25’e ulaştı ve yılı da bu seviyelerde tamamlayacağa benziyor. Herkes kendisine şu soruyu sorabilir. 2018 yılı başında maaşıma yüzde kaç zam aldım? Bu oran %25’nin altında ise satın alma gücünüz azalmış demektir ki, bu oranın üzerinde maaşına zam alanların çok az olduğunu tahmin etmek güç değildir. Enflasyon maaşlı çalışan ve düşük gelir grubunu yakından ilgilendirmektedir. Bu şekilde enflasyon gelir dağılımı adaletsizliğini artırmaktadır. Bizde de bu durum uç bir örnek oluşturmaya başlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder