Dolar kuru 2003 yılı Mart ayında gördüğü 1,75’lik zirveden sonra 2008 yılı yaz aylarına kadar azalan bir seyir izledi ve 1,15 seviyesine kadar geriledi. Bu durum açık pozisyon taşıyan bankalara olumlu yansıyordu. Zira borç aldıkları dövizi TL’ye çevirip kredi verdikleri, borcun vadesi geldiğinde de tekrardan dövize döndükleri düşünüldüğünde, dövizi yüksekten bozdurup daha düşük fiyata almış oluyorlardı. Yani bankalar faiz farkından gelir elde ettikleri gibi kur farkından da kazanç sağlıyorlardı. Kurdaki olası artışların ters yönde bir etkiye sahip olduğu da malumdu.
Bankalar kur riskini daha iyi yönetebilmek amacıyla dövize endeksli kredilere yöneldiler. O yıllarda bu duruma en çarpıcı örnek, Japon Yenine endeksli konut kredileri oldu. İsviçre Frangı da dövize endeksli konut kredilerinde kullanılıyordu. Bankalar bu alternatifi 4-5 kat daha düşük faiz oranları ile müşterilerine sunduklarında, finansal bilgisi yeterli olmayan kişiler için bu durum oldukça cazip göründü. Nihayetinde Japon Yeni, Türk Lirası karşısında son yıllarda değer de kazanmıyordu… Kredi vadesi boyunca Japon Yeni, Türk Lirası karşısında şu kadar değerlense bile, nihayetinde yarı yarıya faiz ödeneceği şeklindeki analizler kredi müşterilerini cezbediyordu. O yıllarda birçok kişi belki de adını ilk defa duydukları bir para birimi ile borçlanmaya başladılar. Burada yapılan büyük hatanın sorumlusu, hem bankalar hem de finansal okuryazarlık düzeyi düşük olan kişilerdi.
Küresel kriz Lehman Brothers adlı yatırım bankasının iflasıyla kendisini tüm dünyada hissettirmesi ile birlikte, Japon Yeni sadece birkaç ay içerisinde Türk Lirası karşısında %75’in üzerinde değer kazandı. Sonraki yıllarda bu oran %120’lere dayandı. Bu durum Japon Yenine endeksli kredi çekenlerin aylık taksitlerine şüphesiz yansıyordu. Örneğin aylık 1.000 TL ödeme yapılıyorken, artık yapılması gereken ödemeler 1.750 TL seviyesindeydi. Bu durum birçok kişi için kaldırılamaz bir yüktü. Bu tecrübelerden sonra döviz ve dövize endeksli kredi kullanımı bireyler için yasaklandı. Ancak literatürümüze “Yenzede” kavramı da girmiş oldu. “Yenzedeler” çeşitli protesto gösterileri düzenliyor, medyada daha sık yer almaya başlıyorlardı. Bir süre sonunda bu mağduriyetleri giderildi.
Bireylere döviz ve dövize endeksli kredi yasağı doğru bir karardı, belki geç kalındığı için eleştirilebilirdi.
Günümüzün en önemli ekonomik problemlerinden biri ise özel sektörün artan döviz borcu. Aşağıda yer alan grafikte TCMB’den elde edilen finansal kesim dışındaki firmaların net döviz pozisyonu yer almakta. Yani özel sektörün döviz varlıklarından döviz borçlarını çıkardığımızda kalan tutarlar yer alıyor. Özel sektörün 2008 yılında 70 milyar dolar olan döviz açığı, Kasım 2017’de 214 milyar dolara ulaşmış bulunmakta. Bu yüksek tutar, kurdaki düşük oranlı artışlarda bile özel sektörü sıkıntıya sokmaya yetiyor. Son yapılan döviz kredisi düzenlemesi ile KOBİ’lere döviz ve dövize endeksli kredi kullanımına sınırlama getirildi. Büyük firmalar için de benzer bir düzenleme yapılacağı belirtiliyor.
Firmalara getirilen döviz ve dövize endeksli kredi sınırlaması doğru bir karar, belki geç kalındığı için eleştirilebilir.
Özel sektörün artan borcunun çevrilmesi 2017 yılının önemli gündem maddelerinden biriydi. Bu durum Kredi Garanti Fonu ile bir miktar rahatlatıldı. 2017 yılında özel sektöre 200 milyar TL’nin üzerinde bir kredi, Hazine garantisi ile kullandırılmış oldu. 2018 yılında da 50 milyar TL’nin üzerinde bir kredinin aynı kapsamda kullandırılacağı belirtiliyor. Kredi Garanti Fonu ile Hazine’ye büyük tutarlı yükler de gelebilecek.
Dövizle borçlanma bankalara kaldı
Firmalara gelen sınırlamalardan sonra kur riskini büyük oranda bankalar taşıyacak. Bu sebeple bankalar kredi faiz oranlarını daha yüksek tutma eğilimine girebilirler.
Gelirin cinsinden borçlan
Finansın temel ilkelerinden biri, gelir hangi para birimindense o para birimi ile borçlanılmasıdır. Özellikle bireylerin bu kurala kesinlikle uymaları gerekir. Firmalar ise kur riskini yönetme koşuluyla dövizle borçlanmalıdırlar. Ama gelin görün ki bireyler yeri geldiğinde kolayca dövizle borçlanma eğilimi sergiler, firmaların önemli bir kısmı da kur riskini yönetme konusuna yabancıdırlar… Hal böyle olunca maalesef düzenlemeler de yasak üzerine kuruluyor. Toplumun finansal okuryazarlık düzeyi artırılırsa bu tür düzenlemelere hiç ihtiyaç duyulmayabilir.
Neden dövizle ilgili sorunlar yaşıyoruz?
Tasarruflarımız yetersiz ve dış finansmana ihtiyaç duyuyoruz. Dış borcu ise başta ABD Doları olmak üzere yabancı para cinsinden kullanabiliyoruz. Diğer taraftan yapılan sınırlı tasarrufların önemli bir kısmı da döviz ile değerlendiriliyor. Bankalardaki döviz mevduat hesaplarının oranı %30’dan %45’e ulaştı. TL mevduatın yüksek enflasyon karşısında yetersiz kalan faiz oranı ve kurdaki artış trendi tasarruf sahiplerini bu yöne itiyor. Bütün bu sorunlar yüksek enflasyon yaşanan bir ekonomide çözüme kavuşmuyor. Yüksek enflasyon, kurlarda dalgalanma, gelir dağılımında adaletsizlik ve dolarizasyon olarak karşımıza çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder