Gelişmiş
ülkelerin enflasyon oranını fiyat istikrarı olarak kabul edilen %2’ye çıkarmaya
çalıştıklarını, bunun için piyasaları tarihte hiç görülmediği kadar likiditeye
boğmaya devam ettiklerini ancak enflasyon oranı için henüz hedeflenen
seviyelere ulaşamadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla gelişmiş ülkeler piyasalara
likidite sunmaya ve faiz oranlarını düşük seviyelerde tutmaya, yani gevsek para
politikası uygulamaya bir süre daha devam edecekler. Böylece talebi
canlandırarak enflasyonu yükseltme çabası sürecek. Gelişmekte olan ülkelerde
ise enflasyon oranı ortalamada %3’e gerilemiş bulunmakta. Türkiye’de ise
enflasyon oranı çift hanede ve bu düzeylerde katılaştığı söylenebilir. Hal
böyle olunca Merkez Bankasının da sıkı para politikası uygulama gerekliliği son
aylarda daha çok önem arz ediyor. Nitekim MB da faiz oranlarını önemli ölçüde
artırıp toplam talebi baskılayarak enflasyon oranını azaltmaya çalışıyor.
Böylece yılbaşında %8,28 olan MB faizi, %12’ye ulaşmış bulunmakta.
Faiz oranını çok
mu artırdık?
Evet,
yılbaşından bu yana MB faizi, yaklaşık olarak 400 baz puan yani %45 oranında
artış gösterdi.
Faiz oranı çok mu
yüksek?
Yabancı
yatırımcı için evet. Aşağıda yer alan tabloda bazı gelişmekte olan ülkelerin
faiz ve enflasyon oranları yer almakta. Grafikte yer alan ülkeler içerisinde en
yüksek faiz oranına sahip olduğumuz görülüyor. Kendisine yüksek getiri arayan sermaye,
faiz oranı yüksek yerleri tercih ediyor. Şüphesiz Türkiye yüksek faiz oranı ile
sıcak parayı çekiyor. Yabancı yatırımcı %12’lik getirinin üzerine TL’nin
değerlenmesi halinde, ki son 7-8 aydır öyle, dövizi yüksekten bozdurup daha
düşük düzeyden aldığı için getirisi daha da yüksek olabiliyor. Aynı zamanda kendi
ülkesinde enflasyon oranı yerlerde süründüğünden, reel getirisi de oldukça
yüksek olabiliyor.
Yabancı
yatırımcı için yüksek olan faiz, yerli yatırımcı için yeterince yüksek değil. Devlet
tahvili veya mevduat hesaplarından yüksek nominal faiz getirisi elde ediliyor
olsa da yüksek enflasyon oranı yüzünden yerli yatırımcının satın alma gücü çok
da artmıyor. Aşağıda yer alan grafikte reel faiz oranları bulunmakta.
Nominal
faiz oranlarında en üst sırada yer alırken, reel faiz oranı diğer ülkelere
kıyasla Türkiye’de oldukça düşük. Türkiye’de daha detaylı reel faiz hesaplamaları
için ilgili yazıya göz
atılabilir. Hal böyle olduğundan tasarruflar yeterince artmıyor, insanlar
tasarruf yerine tüketimi tercih ediyor. Bu durum da enflasyonun düşürülmesini
daha da zorlaştırıyor.
Yabancıya yüksek,
yerliye düşük gelen faiz
Konu
bu açıdan ele alınınca, uygulanan sıkı para politikasının aslında o kadar da
sıkı olmadığı görülmektedir. Bu durum ülkemizin önemli bir sorunu olarak
gündemimizi uzun süre meşgul edebilir.
Doları düşüren
yüksek faiz mi?
Yüksek
faizin yabancı yatırımcıyı cezbetmesi ile ülkeye gelen sıcak para şüphesiz TL’nın
değer kazanmasında rol oynamıştır. Ancak zannımca bizden kaynaklanmayan başka
faktörler bu durum üzerinde daha etkili olmuştur. Mart ayı ile birlikte 2017
yılında Fed’in faiz oranını 4 değil 3 kez artıracağı anlaşıldı ve Dolar
endeksinde önemli bir gerileme yaşandı. Sonrasında ise Trump’ın görevde kalıp
kalmama tartışmaları, ABD enflasyonun bir türlü hedeflenen %2 seviyesine
yaklaşamaması ve kasırgaların ABD ekonomisine verdiği zararın ekonomik büyümeye
olumsuz yansıyacağı dikkate alındığında, Fed’in 2017 yılında 3 değil 2 kez faiz
artışına gideceğini gündeme getirdi ki, zaten bu artışlarda
gerçekleştirilmişti. Aralık ayında yapılması beklenen 3. faiz artış
beklentisindeki azalma, dolar endeksinin daha da gerilemesine neden oldu. Dolar
endeksi yılbaşından bu yana yaklaşık %11 oranında gerilerken, Dolar TL karşısında
yaklaşık %5, Ocak ayında gördüğü zirveden bu yana ise yaklaşık %11 oranında
değer kaybetmiş. Yani dolar gelişmiş ülke para birimleri karşısında değer
kaybettiği gibi görece yüksek faiz sunun ve son yıllarda en çok negatif ayrışan
TL karşısında da değer kaybettiği görülüyor.
Merkez Bankası ne yapmalı?
G20
ülkeleri arasında en yüksek faizi uygulayan MB’nın işi hiç de kolay değil. Son
zamanlarda MB doğru karar alsa da geç davrandığı ve uzun süren GLP uygulamasında dolayı eleştirilmekte. Nitekim
yapılan eleştirilerde haklılık payı da fazla. Dövize talebin ciddi şekilde
arttığı Ocak ayında faiz artış kararlarında ön alamamış olması yapılan
eleştirilere de dayanak oluşturmuştu.
Merkez Bankası,
- Şu an için
gündemden düşse de Aralık ayında Fed faiz artışına gidebilir,
- Fed’in bilanço
küçülte operasyonlarının da eli kulağında,
- Trump doların
değerini düşüren bir yönetim sergilese de, görevden alınması söz konusu
olabilir,
- Kuzey Kore ve
Suriye ve Irak’da belirsizliklerin artması TL’yi negatif ayrıştırır,
- Olağanüstü
koşullarda başvurulan bir araç olan GLP uygulamasından vazgeçip, politika
faizine dönüyorum,
- Parasal genişleme
varlık balonları oluşturduğu için, şu an çok gündemde olmasa da Avrupa Merkez
Bankası da Fed’e eşlik edebilir,
dese,
ve
politika faizini en az %13’e çıkarsa… Şüphesiz MB sayılan tüm faktörleri
değerlendiriyordur ancak benim önerim sanırım pek makbul gelmez. Medyada
dolardaki gerileme ile birlikte MB’nın faizleri düşürmesi gerektiği konuşulurken,
benim önerim size de aykırı gelmiş olabilir. Ancak yukarıda yer alan ülkelerin
reel faizlerine baktığınızda önerdiğim oranın aslında yüksek olmadığını
göreceksiniz. Diğer taraftan küresel likidite ülkemize akmaya devam ederse, MB
döviz alımları ile rezervlerini desteklese böylece ithal ürünlerin çok
ucuzlayıp talep artışıyla enflasyonu beslemesine fırsat vermese… Benim ki bir öneri.
Tabii ki de “faizi artır enflasyon hemen düşsün” demiyorum, bu iş o kadar kolay
da değil. Ancak yüksek faizin ekonomiyi soğutarak enflasyonu baskıladığı da bir
gerçek.
Bunun
üstüne maliye politikası en azından genişlemeci olmasa, son yıllarda olduğu
gibi bütçe açığının GSYH’ye oranı %1 düzeylerinde tutulmaya çalışılsa… Bu
durum büyümeden bir miktar fedakârlık yapmayı da gerektirecektir.
Devasa
parasal genişleme ve risk iştahındaki artış bizim gibi yüksek faiz uygulayan ülkelere ciddi miktarda
para gelmesini sağlıyor. Gelen sıcak para da adeta “ayıplarımızı örtüyor” ve
günü kurtarmamıza yardımcı oluyor. Ancak rüzgâr terse döndüğünde bizim için geç
olmamalıdır. Bir atasözümüz var “su akarken testiyi doldur” denir. Burada
kastım yapmamız gereken yapısal reformlardır. Bunların başında da zannımca
eğitim gelmektedir. PISA sınavlarında düşük, aynı zamanda yıllar itibariyle
azalan bir sıralamamız söz konusudur. Son açıklanan üniversite sıralamalarında
da genel olarak başarı sıralamamızın azaldığını gördük. Yani eğitimde işler hiç
de iyi gitmiyor.
İşe
eğitimden başlamalı. Diğer alanlarda gereken reformları ise, ancak bilimin
ışığında evrensel ilkeler ile yetişen nesiller yapabilirler.
Eğitime önce ekonomi ekibinden başlasak .... ülkeyi bu hale onlar getirdiğine göre.. yalnız hep aynı hataları yaparak ekonomiyi düzeltemeyeceklerini biri onlara anlatmalı.
YanıtlaSilSayin aytekin bu ekonomi politikasini uygulayan hükümet enflasyonu yuzde 160 cikarmadi faizleri gecelik yuzde 7500 cikarmadi dovize 3 takla attirmadi son 15 yilda 2009 haric pozitif büyüme var ulkenin nereden nereye geldigi ortadayken ekonomide dunyada yasanan 2008 deki kuresel krize ragmen fevkalade basarilara imza atmış bir hükümet i elestrirken insaf sınırları ni zorlamiyormusunuz
YanıtlaSilRecep bey yine hükümeti göklere çıkarmak için dere tepe düz gitmişsiniz. Tarih bilginiz sıfır. Hem de bizzat yaşadığınızı söylediğiniz dönemleri doğru bilmiyorsunuz. 1990lar deyip durduğunuz dönemler küreselleşme sürecinin erken aşamasıdır ve 2000lerde olduğu kadar kredi (dolayısıyla sıcak para) ve kapital hareketliliği mevcut değildir. O zamanlar ülkeyi yönetenler kendi paramızla kalkınma modelini uyguluyorlardı. Yani bugünkü gibi faizle borç alarak proje yapmaktansa para basıyorduk. Bu nedenle enflasyon doğal olarak yüksekti. Aldığımız borç orantısal olarak daha azdı ama onu da ödemek için yine borç almak durumunda kalıyorduk. Katma değer yaratan üretimleri hiçbir zaman gerçekleştirmedik. 2001 sonrası ucuz kredi ile orta karar bir ekonomik genişleme oldu. Sizin habire "bu hükümet bu hükümet" dediğiniz dönem bu ucuz kredi dönemi. Aynı dönemde bize benzeyen tüm ülkeler aynı gelişmeleri sergiledi. Yani o övünüp durduğunuz başarı bize özel değil. Şu anda o ülkelerin hepsi yine biz gibi zorda ve gerçi aralarında en zorda olanı da yine biziz. Kırılgan denen bu ülkelere bakarsanız çoğu açıdan bize benzer olduklarını görürsünüz. 2008 krizi esasen kalkınmış ülkeleri vurdu ve oradan kaçan kapital yine biz kırılganların ömrünü uzattı. Şu anda da bu uzatılmış borç refahını yaşıyoruz. Reelde elde ettiğimiz başarılar yok gibi bir şey.
YanıtlaSilArada bir başınızı kaldırıp dünyaya bakarsanız gerçekten daha geniş bir algılayışa sahip olabilirsiniz. Hani başkalarından beklediğiniz insafı o zaman siz de göstermiş olursunuz.
Durum iyi falan değil. Sadece eskiden 1000 TL kazanan bir adamın borç bulması olanaksızken 2001 sonrası bu adam açılan "maaşının 3 katı kadar kredi alma imkanı" ile adam birden 3000 TL'lik alım gücüne (!) sahip oldu. Herkes böyle davranınca ekonomide hareketlenme oldu ama bugün o adam 3000 TL maaş kazandığı için siz bunu hala hükümet başarısı olarak görüyorsunuz. Oysa o adam kredi sisteminde bile en fazla 9000 TL'lik alım gücüne sahip olması gerekirken bugün 14.5 katına çıkmış bir borçluluğa sahip. Şu anda bu borçları çevirmek için hükümet 4 takla atıyor her gün (Varlık fonu teminatları, KGF vb) ve siz hala sadece borçluluk içindeki refahı görüyorsunuz. Adamın hala sadece tüketim yapan, gelirini arttıramamış bir olduğunu ya farketmiyor, ya farketmek istemiyor ya da farkedip çarpıtmak istiyorsunuz.
Her şey iyiyse neden bu kadar adam iyi olan duruma kötü deyip dursun ki? Kötü deyince kötü mü olacak iyi olan ekonomi? Neden bu kadar panikle her blogda hükümete aynı cümlelerle güzelleme düzüyorsunuz?