Tasarruf
gelirin tüketilmeyen kısmıdır. Dolayısıyla gelir düzeyi tasarruflara etki eden
en önemli faktördür. İnsanlar çeşitli amaçlar ile tasarrufta bulunurlar. Yapılan
tasarruflar ev, araba almak gibi ilerideki daha büyük bir harcamayı finanse
edebilmek için, karşılaşılabilecek olumsuz bir duruma karşı hazırlıklı olmak
için, yine karşılaşılabilecek bazı fırsatları değerlendirebilmek için veya
emeklilik döneminde hayat standardını düşürmemek için yapılıyor olabilir.
Ekonominin
bütünü açısından bakıldığında tasarruf etmenin yanı sıra söz konusu
tasarrufların yatırımlara yönlendirilmesi de büyük önem arz etmektedir. Bu da finansal sistemin sağlıklı işlemesi ile mümkündür. Finansal sistem için ilgili yazı okunabilir. Tasarruflar yatırımlara finansal
piyasalarda yönlendirilir. Finansal piyasalarda fon arz ve talebi buluşur. Yani
finansal piyasada fona ihtiyaç duyanlar bu fonlara ulaşırlar. Bunun için
tasarrufların finansal kurumlara gelmesi önem arz etmektedir. Tasarrufların
finansal kurumlara gelebilmesi için de finansal piyasaların tasarruf
sahiplerine güven vermesi ve alınan risk ölçüsünde bir getiri sunabilmesi
gerekir. Elde edilen getiri oranı, enflasyon oranının üzerinde ise bir anlam
ifade eder. Aksi takdirde tasarruf sahibinin satın alma gücü azalmış olur.
Bireyler
hayata atıldıkları ilk dönemlerde genellikle fona ihtiyaç duyarlar. Evlilik
masrafları, ev, araba ihtiyaçları genellikle borçla finanse edilir. Sonraki
dönemlerde ise bireyler tasarrufa yönelir. Dönem dönem borçlanma ihtiyacı yine
duyulsa da, bireyler genellikle tasarruf sahibidir.
Firmalar
ise söz konusu tasarrufları belirli bir bedel karşılığında kullanmak isteyebilecekleri
gibi fon fazlalıklarını çeşitli menkul kıymetler satın alarak başka firmalara da yönlendirebilirler. Devletler de bütçe açıklarından
dolayı bireylerin ve firmaların tasarruflarına taliptir. Eğer yurtiçinde
firmalar ve devletin ihtiyaçları için tasarruflar yeterli gelmiyorsa, dış dünyanın
başka bir ifade ile yabancı yatırımcıların fonları devreye girer. Türkiye gibi
cari açık veren ülkelerde durum böyledir.
Tasarrufların
belirli bir düzeyde olduğu düşünüldüğünde, devletlerin borçlanma ihtiyacının
artması firmaların fona ulaşmasını zorlaştırır. Örneğin Türkiye’de 1990’lı
yıllarda yüksek bütçe açıklarından dolayı, sınırlı tasarruflar büyük oranda devlet
tarafından kullanılmıştır. O yıllarda enflasyon oranı yıllık ortalamada %75’lerde
idi. Devletin borçlanma faizleri de ortalamada %100’leri
bulabilmekteydi. Firmalar ise böylesi yüksek faiz oranları ile borçlanmak
istemiyorlardı. Aksine firmalar bu oranlar ile devlete borç verme eğilimi
içindeydi. Bankalar da bu duruma dâhildi. Fonlarının önemli bir kısmını kredi
olarak kullandırmak yerine, devlete borç olarak vermekteydiler. O yıllarda
bankaların ana faaliyeti kredi kullandırma üzerinde değil daha çok mevduat
toplama üzerineydi.
Finansal
koşullar 1990’lı yıllara göre çok farklı olsa da, son zamanlarda da benzer bir
eğilim söz konusu. Mali disiplin bozulmakta, hazine yüksek borçlanmalar ile
finansal piyasalardan daha fazla fon çekmektedir. Yine bankalar da mevduat
toplamaya son zamanlarda daha çok eğilmektedirler. Tasarrufların aynı oranda
artmadığı düşünüldüğünde bu durum faiz oranlarını da doğal olarak artırmaktadır.
Böylece firmaların fona ulaşma koşulları zorlaşmakta böylece yatırımlarda beklendiği kadar artamamaktadır. Kişi başına düşen gelirimizin Dolar bazında son 10 yıldır yatay
seyrettiği dikkate alındığında tasarrufların neden yeterince artmadığı
görülebilir. Bu durumda yabancı ülkelerden tasarrufları daha fazla çekmek ya da
devletin borçlanma ihtiyacını azaltmak gerekmektedir. Bilanço küçültme ve
gelişmiş ülkelerdeki faiz artışları göz önünde bulundurulursa dış finansman
koşullarının zorlaştığı görülecektir. Öyleyse devletin borçlanma ihtiyacını
azaltacak uygulamalara yönelmek elzemdir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder