Önceki yazımda ABD’de küresel finans krizinin nasıl oluştuğunu özetlemeye çalışmıştım.
Krizle birlikte yüzlerce banka batıp, ekonomide de ciddi problemlerin ortaya
çıkması ile Amerikan Merkez Bankası Fed hızlı bir şekilde faizleri %0,25’e
kadar düşürdü. Bankalar bu oranı geçmemek koşuluyla fon alışverişi yapıyordu. Bu
oranın %0,07’e kadar düştüğü de oluyordu. Fed faizleri düşük tutarak ekonomiyi
canlandırmaya çalışıyordu. Bir süre sonra bunun yeterli olmadığı görüldü ve
parasal genişleme süreçleri başladı. Fed bir para politikası aracı olan açık
piyasa işlemleri ile bankalardan varlığa dayalı menkul kıymetleri ve çoğunluğu
Amerikan hazinesine ait tahvil ve bonoları alarak piyasaya likidite enjekte
etti. Birbiri ile iç içe de geçmiş 4 büyük parasal genişleme uygulaması ile Fed
bilançosunu 0,9 trilyon Dolardan, 4,5 trilyon Dolara kadar çıkardı. Yani Fed
para basıyor, basılan para ile bankaların elindeki söz konusu menkul kıymetleri
satın alıyor, böylece piyasaya nakit sunuyordu. Küresel kriz tüm dünyayı
etkilediği için İngiltere Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankası ve Avrupa
Merkez Bankası da Fed gibi parasal genişleme uygulamalarına başvurdu. Fed bu
uygulamaları sonlandırdı ve 2015 yılı Aralık ayı ile birlikte tekrardan faiz
artışlarına başladı. Muhtemelen 2017 yılının sonlarına doğru Fed, bilanço
küçültmeye başlayacak. Yani piyasaya enjekte ettiği devasa likiditeyi piyasadan
yavaş yavaş çekecek.
Küresel krizden çıkışta izlenen en
önemli ekonomik göstergelerin büyüme, işsizlik ve enflasyon oranı olduğunu
söyleyebiliriz. Küresel krizle birlikte büyüme oranı düşmüş, işsizlik oranı
artmış ve enflasyon oranları da negatif değerlere ulaşmıştı. Şimdi ise ABD’de büyüme
ve işsizlik oranları makul seviyelere gelirken enflasyon oranı hala istenen
düzeylerin altında bulunmaktadır. Bu süreçte ABD ekonomisinde olup bitenleri
ilgili yazıdan öğrenebilirsiniz. Özetle Fed’in, uyguladığı düşük faiz politikası ve parasal
genişleme ile ABD ekonomisinin krizden çıkmasına önemli katkılar sunduğunu
söyleyebiliriz.
Türkiye’de bozulan ekonomik görünümü düzeltebilmek
için KGF kapsamında yani devletin kısmen garantisi ile bankalar tarafından işletmelere
160 milyar TL tutarında (250 milyar TL’ye kadar çıkabilecek) kredi
kullandırıldı. Diğer taraftan mevduat kredilerdeki artışa yetişemedi ve Kredi /
Mevduat oranı Mart ayı itibariyle %121’e kadar çıktı. Bu durum bankaların yeni
kredi kullandırmalarının önünde bir engel olarak duruyor. Mevduatın düşük hızlarda artmasının en önemli
nedeni son dönemdeki negatif reel faizler. Yani mevduat sahiplerinin satın alma
güçleri artmıyor. Dolayısıyla tasarruf sahipleri döviz hesaplarına yönelerek
kurdaki artışa yatırım yapıyorlar. Bankalar da tasarruf sahipleri dövize
yönlendiği için bilançosunu dengeleme adına dövizli kredi kullandırmak istiyor
ancak bu konuda zorlanıyor. Hal böyle olunca da bankaların açık pozisyonu,
döviz kurundan kaynaklı riskleri artıyor.
Bankaların en önemli kaynağı mevduat
olsa da, şüphesiz tek kaynakları mevduat değil. Özelikle yurtdışı borçlanmalar
önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor. Ancak orada da kredi notumuzun
düşmesinden kaynaklı sorunlar var. Bankalar yeni borçlanma yapamıyor sadece
mevcut borçlarını yenileyebiliyorlar. Diğer taraftan bu yenileme daha yüksek
faizler ile gerçekleşiyor. Yani mevduat yolu ile fon sağlamak zorlaştığı gibi,
yurtdışından fon sağlama imkânları da oldukça sınırlı.
Mevduatın yeterince artmadığı, dış
finansman olanaklarının da sınırlı olduğu bir ortamda banka senedi adı altında
bankaların varlığa dayalı menkul kıymet ihraçları gündeme geldi. Bankalar kullandırdıkları
kredilerden kaynaklı alacaklarını paket halinde yeni bir finansal türev ürüne
dönüştürecek ve bu ürünün satışı ile likiditeye kavuşabilecekler. Böylece
bankalar kredilerden sağladıkları gelirleri paylaşmış olacakları gibi riski de
türev ürünü satın alan yatırımcılar ile paylaşmış olacaklar. Belki söz konusu
ürünü ABD’deki gibi sigorta şirketleri de sigortalayarak risk üstlenecek,
pastadan pay almaya çalışacaklar. Böylece bankalar daha fazla kredi verme
imkânına kavuşabilecekler. Ancak önceki yazımda anlatmaya çalıştığım üzere, küresel finans krizi söz konusu türev
ürünler iyi yönetilemediği için ortaya çıktı. Kullandırılan kredilerin geri
ödenmeme oranlarındaki artışla birlikte sigorta şirketleri ve bankalar teker
teker batarak tüm dünyayı yıllarca etkileyen küresel bir kriz ortaya çıktı. Biz
oradaki tecrübeden şüphesiz faydalanabiliriz. Ancak olayın ikinci bir boyutu da
var.
Merkez Bankasının, bankaların ihraç
ettiği varlığa dayalı menkul kıymetleri satın alarak bankalara likidite
sunabileceği belirtildi. Yukarıdaki paragrafta anlatılan kısım bir risk
taşımasına rağmen finansal piyasaların yeni bir ürüne kavuşacak olmasından
dolayı makul karşılanabilir. Söz konusu türev ürünler yerli yabancı
yatırımcıların ilgisine sunulur ve finansal piyasalarda işlem gerçekleşir. Ancak
bu ürünleri doğrudan Merkez Bankasının satın alacağının ifade edilmesi bence
çok uygun değil. Fed ve diğer gelişmiş ülkelerin merkez bankaları uyguladı
kısmen de başarılı oldular. Dolayısıyla biz de parasal genişleme
uygulayabiliriz deniliyorsa da yine çok uygun değil. Peki neden?
1)
Yerli
ve yabancı yatırımcıların bu ürünleri almayacağı o yüzden Merkez Bankasının bu
ürünleri almak durumunda olduğu yönünde kötü bir algı oluşturabildiği için,
2)
Fed, İngiltere, Japonya ve Avrupa Merkez Bankalarının krizden çıkış için
uyguladığı stratejinin, biz de ortada kriz yokken uygulanması finansal bir
krizi tetikleyebileceği için,
3)
Türk
Lirası rezerv para birimi değil. Fed para basıp dağıtırken birçok ülke
rezervlerini Dolar cinsinden tutuyor ve Amerikan tahvillerine yatırım yaparak
değerlendiriyor. Aynı zamanda Dolarizasyon yaşanan bir ülke olduğumuz için,
4)
ABD
ve gelişmiş ülkeler küresel krizle birlikte negatif enflasyon yani deflasyon
ile karşı karşıya kaldılar. Faizlerin çok düşük tutulması ve olanca para
basımına rağmen enflasyon oranları makul kabul edilen %2 seviyesinin hala altında.
Biz de ise yüksek enflasyon söz konusu olduğu için.
Belirttiğim nedenlerden dolayı banka
senedi olarak isimlendirilen, bankaların varlığa dayalı menkul kıymetlerinin Merkez
Bankası tarafından satın alınmasını doğru bulmuyorum. Benim doğru bulmamam pek
bir şey ifade etmeyebilir. O zaman olacaklara kafa yoralım.
Merkez Bankasının söz konusu türev ürünleri
bankalardan satın almak için para basması, enflasyonu daha da artıracaktır.
Enflasyon artışı faizlere yansıyıp faizler artacak ve enflasyon ve faiz
oranlarının birbirini olumsuz olarak etkilediği kısır bir döngüye gireceğiz. Bu
durum sürdürülebilir mi? Bir süre belki. 1994’te yaşanan kriz sonrasında yapısal
reformlar yapılmadan düşe kalka devam ettiğimiz sürecin sonunda Kasım 2000 ve
Şubat 2001 krizleri ile karşılaşmıştık. Şimdi de birkaç yıl yüksek enflasyon ve
yüksek faiz oranları ile, muhtemelen buna artan bütçe açıkları da eklenecek, devam
edebiliriz. Sonrasında faturayı hep birlikte ödeyeceğiz diyeceğim ama pek de
öyle olmuyor. Bu süreçler de gelir dağılımı adaletsizliği artıyor ve zengin
daha zengin fakir de daha fakir oluyor. O yüzden faturayı çoğumuz ödeyeceğiz
demek daha doğru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder