Bu yazımda kredi derecelendirme
kuruluşları tarafından ülkelere verilen notları nasıl değerlendirmemiz
gerektiğini açıklamaya çalışacağım. Son yıllarda en çok tartışılan kurumların
başında, kredi derecelendirme kuruluşları geliyor. Bunun bazı nedenleri var.
2008’de baş gösteren küresel finans krizini öngörmede başarısız olmaları ve
kriz ile birlikte zor duruma düşen ekonomilerin notlarını düşürmede isteksiz
davranmaları bu nedenlerin başında yer alıyor. Krizden doğrudan etkilenen bazı
ülkelerin notu, kriz başladığında en üst düzeyde idi ve kredi derecelendirme
kuruluşları en fazla eleştiriyi o dönemde aldı. Aynı zamanda benzer ekonomik
güce sahip olan ekonomileri farklı notlar ile değerlendirebildikleri yönünde
bir algı söz konusu, özellikle de kredi notunun düşürüldüğü zamanlarda… Ancak
bu algıya sahip olanların bunu ispat etmesi pek de kolay değil. Zira birçok
ekonomik faktörün yanında sosyal ve siyasal açıdan da ülkeler değerlendirilerek
notlandırılıyorlar. Örneğin Türkiye ile bir ülkenin aynı büyüklüğe, aynı
nüfusa, benzer ekonomik özeliklere sahip olduğunu düşünüp, bu ülkelerin aynı
nota sahip olmaları gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak kredi derecelendirme
faaliyeti çok daha kapsamlı bir çaba ile yerine getiriliyor. Hal böyle olduğu
için de çok su götüren bir yanı var ve istendiği zaman bu durum herkesin kendi
lehine yorumlayabildiği bir şekilde ortaya çıkabiliyor.
Bir diğer konu, ülkelerin kredi
derecelendirme kuruluşlarından değerlendirilip değerlendirilmeme yönünde bir
taleplerinin olup olmaması. Kredi derecelendirme kuruluşları ülkeleri onlar
istediği için değerlendirebildikleri gibi, ülkeler talep etmese de, kendi
yatırımcıları için de değerlendirebiliyorlar. Yani kötü not verdiğini
düşündüğünüz bir derecelendirme kuruluşuna “beni derecelendirme, not verme
kardeşim” diye çıkıştığınızda, biz bu derecelendirmeyi kendi yatırımcılarımız
için yapıyoruz cevabını alıyorsunuz. Yani kredi derecelendirme kuruluşlarının
notlarından kaçış yok.
Öyleyse kendi kredi derecelendirme
kuruluşumuzu kuralım. Pek tabii bu mümkün. Böyle bir kurumu kendiniz ya da
birkaç ülkeyle birlikte kurabilirsiniz. Aynı zamanda bu kuruluşun kendi
ülkenize daha yüksek not vermesini de belki sağlayabilirsiniz. Ancak kredi
itibar anlamına da gelmektedir. Yani sizin kurumunuzun verdiği yüksek notu dikkate
alıp, yabancı yatırımcı ülkenize gelir mi? Kredi derecelendirme kuruluşları bir
ülkeye her zaman aynı notu vermiyorlar. Yani bir kurum daha yüksek, diğeri daha
düşük bir not verebiliyor aynı ülkeye. Bu durumda kendi kurumunuzun verdiği not
da bu şekilde değerlendirilebilir belki ama belli ölçülerde.
Son olarak da kredi derecelendirme
notunuzu dikkate alıp almamanın ne anlam ifade ettiğini değerlendirelim. Bazen
kredi derecelendirme kuruluşlarına, verdiği notlara kızarak bu notları dikkate
almadığınızı ifade edebilirsiniz. Ancak yabancı yatırımcılar, dünya üzerindeki ülkeleri
kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlara ve onların hazırladıkları
raporlara bakarak izliyor, yatırımlarına buna göre yön veriyorlar. Türkiye ise
cari açık veren başka bir ifade ile yabancı yatırıma ihtiyaç duyan bir ülke. Bu
açığın geçmişte 70 milyar Doları aştığı görüldü. Günümüzde de 30 milyar Doların
üzerinde. Yani her yıl bu düzeyde bir parayı ülkemize çekmemiz gerekiyor.
Çekmezsek ne olur? Döviz kurlarının çok daha yüksek seviyelere çıkması demektir
bu. Yenilerde yaşanan sıkıntımız malum. Doların 3,50 TL’yi aşması ile birlikte
başta enflasyon olmak üzere birçok ekonomik problem karşımıza çıkageldi.
Kredi notunun düşük olması o ülkenin
riskinin yüksek olduğu anlamına geliyor. Risk yüksek iken fon talep ediyorsanız,
doğal olarak yüksek maliyet karşınıza çıkıyor. Son yıllarda Türkiye’nin içine
düştüğü durum da buna bir örnek. Hem kamu, hem de özel şirketler yurtdışı
borçlanmalarını daha yüksek faiz oranları ile gerçekleştiriyorlar. Kredi
notlarımız düşük kalmaya devam ederse, maalesef bundan sonraki aşama borçların
tamamının yenilenememesi. Şimdilik yüksek faizle de olsa borçlar yenilenebiliyor.
Kredi notumuz yatırım yapılabilir düzeye çıktığı dönemlerde ise borçlarımızı
hem düşük faiz ile hem de borcumuzu daha yüksek tutarlar ile yenileyebiliyorduk.
Yani bu borçlanmalardan ilave likidite sağlıyorduk. Anlamak istersek, işin
matematiği aslında basit.
Cari fazla veren bir ülke haline gelsek
bu konuları çok farklı bir pencereden konuşuruz. Ancak o da yapısal reformlar
ile ve uzun vadede mümkün. Öyle ya da böyle, kredi derecelendirme kurumlarını
bazı açılardan eleştirsek de, kredi notumuzu geçmişte yatırım yapılabilir
düzeye çıkaran kurumların da bu kurumlar olduğunu dikkate almalı, oyunu
kuralına göre oynayarak kredi notumuzun artması için çaba sarf etmeli, bize bir
şey olmaz mantığı ile hareket etmemeliyiz.
Sonraki yazımda Standart & Poor’s
tarafından ülkemiz için yapılan son değerlendirmeyi ele alacağım.
Son söz: İğneyi kendine batırmak,
sanıldığından daha yararlı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder