Bankaların en önemli fon kaynağı
mevduattır. Türkiye bankacılık sektörünün fon kaynakları içinde mevduatın payı
2017 Mart ayı itibariyle %53’tür. Bankaların topladığı mevduatın %45’i de döviz
cinsindendir.
Bankaların fon kaynaklarından bir diğeri
de mevduat dışı borçlanmadır. Bankalar yurtdışı piyasalardan sendikasyon ve
seküritizasyon kredileri ile aynı zamanda menkul kıymet ihraç ederek de Dolar
ve Euro başta olmak üzere döviz cinsinden borçlanmaktadırlar. Yani mevduat dışı
borçlanmaların da önemli bir kısmı yine döviz cinsindendir.
Bankalar önemli bir kısmını döviz
cinsinden topladığı bu fonları, müşterilerine genellikle Türk Lirası cinsinden
krediler ile kullandırmaktadırlar. Böyle olunca bankaların döviz cinsinden
sahip oldukları borçları (mevduat + mevduat dışı borçlanma), döviz cinsinden
sahip oldukları alacaklarından (kullandırılan krediler) fazla olmaktadır. Bu
duruma bankacılıkta açık pozisyon adı verilmektedir. Dolayısıyla açık pozisyon döviz
yükümlülüklerinin döviz varlıklarını aşması olarak tanımlanabilir. Açık
pozisyon sadece döviz için geçerli değildir. Değerli madenler, menkul kıymetler
gibi finansal araçlar ile sahip olunan varlıkların, aynı cinsten yükümlülükleri
karşılayamayan kısmına da açık pozisyon adı verilir. Ancak bankacılıkta açık
pozisyon genellikle döviz için kullanılmaktadır.
Bankaların açık pozisyonu döviz
kurlarındaki değişime onları çok duyarlı kılmaktadır. Çünkü döviz borcuna
karşılık Türk Lirası cinsinden alacaklı olma durumu söz konusudur. Hal böyle
olunca yabancı paraların Türk Lirası karşısında değer kaybetmesi bankalara
olumlu şekilde yansırken, yabancı paraların Türk Lirası karşısında değer kazanması
bankalara olumsuz olarak yansımaktadır. Diğer taraftan tarihsel verilere
baktığımızda, Türk Lirasının önemli yabancı paralar karşısında genellikle değer
kaybettiğini görüyoruz. Dolayısıyla bankacılıkta açık pozisyonun bankalara
genelde olumsuz olarak yansıdığı söylenebiliriz. Bankaların kredi
fiyatlamalarını yüksek tutmalarının önemli bir nedeni bahsedilen açık
pozisyonlardan dolayı karşılaşılan kur riskidir.
Bankalar açık pozisyonlarından kaynaklı
riski azaltmak için temelde iki şey yapabilir;
1.
Topladıkları fonların Türk Lirası cinsinden olan
kısmını artırmak. Son zamanlarda bankalar Türk Lirası mevduatın faiz oranlarını
artırırken, döviz cinsinden mevduatın faiz oranlarını düşürerek ya da daha az
artırmaktadırlar. Böylece bankaların mevduatta Türk Lirası ağırlığını artırmaya
çalıştıklarını söyleyebiliriz.
2.
Kullandırdıkları kredilerin döviz cinsinden olan
kısmını artırmak. Bankalar bunu yapmak için de çeşitli yollara
başvurmaktadırlar. Küresel finans krizi öncesinde kullandırılan Japon Yen’ine
endeksli konut kredileri oldukça kötü sonuçlar doğurmuş sonrasında da bireysel
müşterilere döviz cinsinden veya dövize endeksli kredi verilmesi yasaklanmıştı.
İşletmelere ise bazı kurallar doğrultusunda döviz kredisi
kullandırılabilmektedir. Ancak 2001 krizi de bu konuda çok kötü örnekler
içerisinde barındırmaktadır. Hal böyle olsa da bankalar kur riskini firmalar
ile paylaşmak istemekte, onları döviz kredilerine yönlendirebilmektedirler.
Yukarıda yer alan grafikte bankaların
kullandırdıkları kredilerde ve topladıkları mevduatta yabancı paranın oranları
yer almaktadır. 2002 yılı Aralık ayı itibariyle mevduat ve kredilerde yabancı
paranın oranı %60’ın biraz altındadır. 2004’ün ilk çeyreğine kadar ikisi
birlikte hızlı bir şekilde %45’in altına gelmiştir. O tarihten bu yana
mevduatta yabancı paranın oranı kredilerdeki yabancı paranın oranından hep daha
yüksek olmuştur. Aradaki makas 2011 yılında baya kapansa da, sonrasında Türkiye’de
yaşanan dolarizasyon süreci ile tekrardan makas açılmıştır. 2017 yılı ile
birlikte makasın tekrardan açılmaya başladığını görüyoruz. Bu grafik bize
kabaca bankaların açık pozisyonunu göstermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder