Dolarizasyon bir ülkede insanların alışverişlerinde,
tasarruflarında, tasarrufların yatırımlara yönlendirilmesinde o ülkenin para
biriminden ziyade, yabancı para birimlerini kullandığı sürece verilen addır.
Söz konusu işlemlerde insanların yerli para birimine yönelmeleri de ters
dolarizasyon olarak adlandırılmaktadır. Dolarizasyon yaşandığı dönemlerde yerli
paranın fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediği görülmektedir. Alışveriş
merkezlerinde kiraların döviz cinsinden belirlenmesi, insanların tasarruflarını
TL mevduat yerine döviz tevdiat hesaplarında değerlendirmeleri veya dövize
endeksli finansal araçlara yatırım yapmaları dolarizasyona örnek olarak
verilebilir. Dolarizasyon kavramı sadece Amerikan Dolarını değil, isminden
anlaşılanın aksine, diğer yabancı para birimlerini de kapsamaktadır.
Dolarizasyon yaşanan dönemlerde genelde makroekonomik istikrarın bozulduğu
gözlemlenmektedir. Dolarizasyon süreçlerinde insanlar özelikle satın alma
güçlerindeki azalmadan kaçınmaktadırlar.
Küreselleşmenin de etkisiyle ülke
ekonomileri arasında etkileşimin artmasına paralel olarak belirli miktarda
dövizin kullanılması normaldir. Türkiye’de son yıllarda özel sektörün
yurtdışından sağladığı finansman artmıştır. Bu borçların ödenebilmesi amacıyla
döviz talebi dolarizasyon olarak değerlendirilemez. Bunun yanında insanların
enflasyon, faiz oranları döviz kurları gibi makroekonomik göstergelerde bozulma
beklentisi ile dövize yönelmeleri dolarizasyon olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’nin 1990’lı yıllarda
dolarizasyonla tanıştığı söylenebilir. Aşağıda yer alan grafikte TCMB’den
sağlanan 1990’lı yıllara ait enflasyon oranları ve Dolar artış oranları
bulunmaktadır. Dolarizasyona etki eden en önemli faktörün enflasyon olduğu
belirtilebilir. Söz konusu süreçte yıllık enflasyon oranı %79, Dolardaki yıllık
artış oranı ise %75’dir. Bu yıllarda insanların satın alma güçlerini
kaybetmemek için dolarizasyon sürecine katıldığı belirtilebilir. Söz konusu
yıllarda döviz bürolarının kalabalıklığı bile bizlere bu konuda bir bilgi
sunmaktaydı. 1994 yılında 5 Nisan Kararları olarak bilinen düzenleme ile
devalüasyon yapılmış, ilgili yılda Dolar TL karşısında %166 oranında değer
kazanmıştır. 1994 yılında enflasyon oranı ise %125’dir. 1990’lı yıllarda
yaşanan dolarizasyonun en önemli sebebi bu dönemdeki yüksek enflasyon oranlarıdır.
Son zamanlarda Türkiye’de dolarizasyon
yaşandığına dair yorumlar yapılmaktadır. Acaba bir ülkede belirli bir dönemde
dolarizasyon yada ters dolarizasyon yaşandığı nasıl anlaşılır? Şüphesiz birçok
değişkene bakılarak bu konuda fikir sahibi olunabilir. Ancak bu konuda bize en
önemli bilgiyi döviz tevdiat hesapları vermektedir. Yani bankalarda yabancı
para cinsinden açılan hesapları incelemek gerekir. Aşağıda yer alan grafikte
TCMB’den elde edilen aylık ortalama Dolar/TL ve BDDK’dan elde edilen verilerle
hesapladığım Tevdiat/Toplam Mevduat oranı bulunmaktadır. 2002 sonu itibariyle
banka mevduatlarının %57’sini, yabancı paralarla açılmış döviz tevdiat
hesapları oluşturmaktadır. Tevdiat hesaplarının oranı 2002’den 2011 yılına
kadar düşüş göstermiş, %30’lara kadar gelmiştir. Bu süreçte Türkiye’de ters
dolarizasyon yaşandığı görülmektedir. 2002-2011 yılları arasında Dolar 1,50TL
(en düşük 1,18TL, en yüksek 1,71TL) civarlarındadır.
2011 yılında sonra Türkiye’de, 1990’lı
yılları anımsatan, dolarizasyon süreci başlamıştır. Bu süreçte döviz tevdiat
hesaplarının oranı %30’lardan %45’lere kadar çıkmıştır. 2011-2017 döneminde döviz
tevdiat hesaplarının toplam mevduat içindeki oranı ve Dolar/TL arasında oldukça
yüksek bir korelasyon (korelasyon katsayısı 0,92) bulunmaktadır. Yani döviz tevdiat
hesaplarındaki değişim ile Dolar/TL’deki değişim arasında güçlü bir birliktelik
bulunmaktadır.
Dolarizasyon sürecinin ekonomimize
olumsuz yansımaları olmaktadır. Dolayısıyla dolarizasyonun, ters dolarizasyona
çevrilmesi ya da mevcut seyrin daha da kötüleşmemesi sağlanmalıdır.
Dolarizasyonun çözümü deyince de hemen akla insanları yabancı para
kullanımından vazgeçirme ve yerli parayı kullanmaya teşvik etme gelmektedir. Ancak
burada insanların nihayetinde ekonomik gerekçeler ile hareket ettiğini göz
önünde bulundurmak gerekmektedir dolayısıyla ona göre düzenlemeler yapılmalıdır.
Makroekonomik istikrara odaklanmak ise zannımca bu süreçte yapılabilecek en
mantıklı iştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder