Önceki yazımda küresel finans krizinin
Amerika’ya olan etkilerini değerlendirmiş, Amerika’nın enflasyon oranını %2
düzeylerine çıkarmayı başardığını, işsizlik oranını kriz öncesi seviyelere
%4,7’e kadar düşürdüğünü ve yedi yıl sürekli büyüyerek kişi başına düşen GSYH’yi
kriz öncesinden çok daha yüksek seviyelere, 51.800 Dolar düzeylerine kadar
çıkardığını belirtmiştim. Bu yazımda da aynı ekonomik göstergeleri kullanarak
Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir performans ortaya koyduğunu değerlendirmeye
çalışacağım.
Aynı sırayı kullanarak enflasyon oranı
ile işe başlayalım. Türkiye bu konuda çok çekmiş ama enflasyonu düşürmenin
önemini bir türlü tam olarak idrak edememiş bir ülke. Biraz enflasyon olsun
yeter ki ekonomi büyüsün şeklindeki açıklamaları yıllardır duyagelmekteyiz. Bizim
‘biraz enflasyon’ dediğimiz oranların, hiçbir zaman kabul edilebilir bir düzey
olmadığını da bu arada belirteyim. Hâlbuki enflasyon yüksek olduğu sürece,
büyümenin istikrarlı bir şekilde devam edemeyeceğini acı tecrübelerimizle en
iyi bizim anlamış olmamız gerekir.
Türkiye İstatistik Kurumu’ndan elde
ettiğim verilere bir göz atalım. Aşağıda yer alan grafikte Türkiye’nin yıllık
enflasyon oranları yer almaktadır. Maalesef bu konuda çok mesafe alamadığımızı
görmekteyiz. Küresel finans krizi öncesinde sahip olduğumuz iki haneli
enflasyona, son açıklanan oranla birlikte tekrardan sahibiz. Küresel finans
krizini en yoğun şekilde hissettiğimiz 2009 yılında enflasyon oranları düşüş
göstermiş, 2011 Mart ayında ise %3,99’a kadar gerilemiştir. Krizin etkisi ile
tüm dünyada görülen talep daralması bu noktada enflasyondaki azalmayı
belirleyen temel faktör olmuştur. Ancak enflasyonu daha düşük seviyelere çekmek
başarılamamış, aynı zamanda tekrardan yükselişe geçmesine de engel
olunamamıştır.
Enflasyon ile ilgili bazı noktaları burada
not etmekte fayda vardır.
1.
Öncelikle küresel finans krizi bazı ülkeleri negatif
enflasyon oranlarıyla (deflasyon) karşı karşıya bırakırken, Türkiye bu konuda
rüzgarı arkasına yeterince alamamıştır.
2.
Türkiye bu süreçte yıllık olarak ortalamada yaklaşık
45 milyar Dolar enerji ithalatı gerçekleştirmiştir. Enerji fiyatları özellikle
2014 yılının ikinci yarısından itibaren ciddi düşüşler göstermiştir. Örneğin,
Brent Petrol 110 Dolar seviyelerinden 30 Dolar seviyelerine kadar gerilemiştir.
Bu durum Türkiye’de enflasyon oranlarının daha yüksek seviyelere çıkmasını
engelleyen önemli bir faktör olmuştur. Enerji fiyatlarındaki azalmanın cari
açığımıza da önemli katkılar sunduğunu belirtmekte fayda vardır. Diğer taraftan
son iki yılda döviz kurlarında görülen yüksek oranlı artışların enerji
fiyatlarındaki düşüşün sağladığı avantajı ortadan kaldırdığı belirtilebilir.
3.
Bu süreçte dünyada tarımsal ürün fiyatları düşük
düzeylerde seyrederken, Türkiye’de tarımsal ürün fiyatlarının ciddi artışlar
gösterdiği hatta enflasyon oranının iki katına kadar çıktığı dönemler olmuştur.
Örneğin enflasyon %7,5 iken tarımsal ürün fiyatlarının bir yılda %15 artması
gibi. Bu durumun ayrıca incelenmesi gerekir. Zira yıllarca kendisini tarım
ülkesi olarak tanımlayan bir ülkenin, tarımsal ürün fiyatlarında dünyada
görülen eğilimin tersi yönde gösterdiği eğilim düşündürücüdür.
Para politikasının yürütülmesinden sorumlu
olan merkez bankalarının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Fiyat
istikrarı ise enflasyon oranının makul seviyelere çekilip o düzeylerde seyrinin
sağlanmasıdır. Makul enflasyon oranı da fiyatlar genel düzeyinin yılda yaklaşık
%2 oranında arttığı durumu ifade eder. Ancak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
yıllardır kendisine %5’lik bir hedef koymakta, belki de bu hedefe ulaştıktan
sonra daha düşük düzeyleri hedeflemeyi planlamaktadır. Merkez Bankası bu
süreçte maalesef başarılı bir performans ortaya koyamamış, enflasyon oranını
makul düzeylere çekmeyi başaramamıştır. Diğer taraftan geçmiş tecrübeler merkez
bankalarının bağımsız oldukları zaman daha başarılı sonuçlar ürettiğini bizlere
göstermektedir.
Aşağıda yer alan grafikte Türkiye’nin işsizlik
oranları yer almaktadır. 2007 yılı başında %9,9 olan işsizlik oranı küresel
krizin etkilerini en yoğun hissettiğimiz yıl olan 2009’da %14,8’e kadar
çıkmıştır. Haziran 2012’de %7,3’e kadar düşse de sonrasında yükselen bir
trendle %12,7’e kadar çıkmıştır. Ülkemizde işsizlik oranını tarımdan boşalan
işgücü, kadınların iş hayatına katılımındaki artış, teknoloji kullanımı ile
verimlilikte artış gibi faktörlerle aşağı çekmek zorlaşıyor. Ülkemizde tek
haneli işsizlik oranları hedef olarak ve makul seviyeler şeklinde sunuluyor.
Tek haneli işsizlik oranının başarı olarak kabul edilebileceği şeklinde bir
algı oluşturulmaya çalışılıyor. Ancak son açıklanan işsizlik oranı olan %12,7
ise, bize bu konuda daha çok çaba gösterilmesi gerekliliğini gösteriyor. Burada, açıklanan işsizlik oranı üzerinden bir değerlendirme yaptım. Gerçek işsizlik
oranı da ayrıca tartışılabilir.
Özetle; Türkiye birçok ülke gibi
küresel finans krizinden ciddi şekilde etkilenmiş ve krizin olumsuz
etkilerinden hala kurtulamamıştır. Küresel finans krizi 2009 yılında en yoğun
şekilde hissedilmiştir. Enflasyon ve işsizlik oranlarına bakıldığında 2011 ve
2012 yıllarına kadar bir miktar iyileşmeler söz konusu olsa da, sonrasında
tekrardan olumsuz bir seyir ortaya çıkmıştır. Enflasyon oranı da, işsizlik
oranı da küresel kriz öncesindeki seviyelerinden daha yüksek düzeylerdedir.
Sonraki yazımda da GSYH büyüme oranı ve
kişi başına düşen GSYH’yi yorumlamaya çalışacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder